Biz Bize Yeteriz

Biz Bize Yeteriz

1818 1228 Uzay Emin Sunar

Hiç görmediğim bir rüyadan bedenimin tüm hücrelerini ele geçirmiş bir acı eşliğinde yavaşça uyanıyorum. Kendi odamdayım, sanki kimse günlerdir burada yaşamamış gibi her şey yerli yerinde duruyor. 

Etrafıma bakıyorum. 

Ayaklarımın yere değmediğini fark ediyorum. Havada öylece asılı duruyorum. Bedenimi saran acının sebebi kendimi tavana asmış olmam. Kendimi ne zaman astım? Kendimi neden astım? Ne zaman eve geldim? Kaç gün oldu? Yokluğumu fark eden oldu mu?

Boynumdan ipi usulca çıkarmak mümkün müdür?

Hiçbir şey olmamışçasına, usulca, sessizce, hiç yaşanmamış olmak üzere, kimse öğrenmeyecek, hayır! Herkes bunu bal gibi de öğrenecek. Kendimi astım. Kendi kendimi öldürdüm. Kendi kendimi öldürmeye karar verdim. Kendimi astım. Kendi kendimi öldürdüm. Kendi kendimi öldürmeye karar verdim. 

Tavana asılı bir bedeni incitmeden boynundan ipi çıkarmanın mümkün olmadığını bildiğim için yapılacak en iyi ikinci şeyi yapmaya karar veriyorum. Bedenimi öylece havada bırakıyorum. Kendi içimden çıkıyorum.

Aklımda benim gibi kendini asarak öldürenler ya da kendini boğanlar, parçalara ayıranlar, yakanlar, vuranlar için uzun bir şiir var. Bu şiiri kim yazmıştı? Nerede yazmıştı? Nasıl yazmıştı?

Anımsamaya çalışıyorum…

Bendim. Güneşli bir günde, sırtım güneşe ve her şeye dönük, tahta masanın başında ağlayarak bu şiiri yazmıştım. Şiiri tamamladığımda ruhum, korkularım, bildiklerim, duyduklarım, yaşamadıklarım, yaşadığımı düşündüklerim, geride bırakamadıklarım kadar karanlık gece olmuştu. Evden çıktım. Caddede sessiz adımlarla yürüdüm. Gidecek bir yerim olmadığını biliyordum. Sadece yürüdüm. Etrafıma bakmadan, kimseyi görmeden, kimseyle konuşmadan, düşünmeden, hiçbir şey yapmadan sadece yürüdüm. Tekinsiz geceyle yüzleşmek için yürüyebildiğim kadar yürüdüm. Kendi içimdeki gece yürümeye takatim kalmadığı an beni sarmalayarak içine çekti. 

Karanlık… 

Eski günleri, eski geçmişi, bildiklerimi, duyduklarımı, yaşadığımı, yaşamadıklarımı, düşündüklerimin ağırlığını tarttım. Kaç kiloydu içinde sıkıştığım bu beden? Bu bedenden daha ağır bir yükü taşımaya çalışıyordum. Gözlerim düşsel bir doruğun parıltısında gerçek olmayanın tuzağında tutsak kalmıştı. 

“Bu kadar yeter!”

Hatırladığım en son şey sesimin tüm dünyada yankılanmış olduğu ardından yavaşça uyanıyorum . Kendi içimdeki gecenin kollarından süzülerek ayrılıyorum. Eve gerisin geri yürümeye başlıyorum. 

Gecenin en karanlığından geçerken, “Etrafıma bakmamalıyım. Etrafıma bakmamalıyım. Etrafıma bakmamalıyım. Her şeyi bırakmalıyım. Etrafıma bakmamalıyım. Etrafıma bakmamalıyım. Etrafıma bakmamalıyım. Her şeyi bırakmalıyım.” Bunu adeta bir duaymışçasına tekrarlıyorum. Tekrarlıyorum.

Durmaksızın.

Düşüncelerin içinde kayboluyorum, birine çarpıp yere düşüyorum. 

İşte burası senin geldiğin yer, seni ilk gördüğüm an. Elimden tutup beni kaldırıyorsun. Ağzından tek bir kelime çıkmıyor fakat gözlerimiz birbirlerini bulduğunda yıllar süren bir konuşma yaşanıyor. İkimiz de bu sessiz konuşmanın ardından ayrı yollara devam ediyoruz. 

Bu seni ilk görüşüm değil. 

Hatırlıyorum. 

Kendimi neden astığımı hatırlıyorum.

O an geride bıraktığım bedenime çekiliyorum. 

Karanlık.

Gözlerimi yeniden açtığımda, tavana asılı olan bedenimi ve içine çekilen olan ruhumu görüyorum. Yeniden, aynı görüntünün içindeyim. Bu sefer öldürdüğüm ruhumun, eski günlerin, eski geçmişin, yanlış bildiklerimin, duyduklarımın, yaşamadıklarımın, yaşadığımı düşündüklerimin ağırlığı olmadan hayat buluyorum. 

Kendimi neden astığımı hatırlıyorum.

O gece bana ait olmayan her şeyin ağırlığıyla beraber kendi içimden çıkabilmeyi dilemiştim. O karanlık ve tekinsiz gecede durmaksızın yürümüştüm. Yürümüştüm. Yürümüştüm. Her şeyi ardımda bırakacağıma inanarak yürümüştüm. Bir mucize olsun, bunları ardımda bırakabileyim diye umut ederek yürümüştüm. Etrafıma bakmadan sadece yürüdüm. Delirdiğimi düşünüyorlardı.

Delilik, bir sözcük üzerine kurulmuyor, var olanı dürtüyor, o bölgede yer ediniyor.

Peki bunu kim biliyordu? 

İnsanlardan bunalmıştım. 

“Bu kadar yeter!”

Sesim tüm dünyaya dolmuştu. Eve dönmeye karar verdim. İnanmadığım bir dinin duasıymışçasına aynı iki cümleyi durmaksızın tekrarlayarak geri yürümeye başladım. Düşüncelerin iplerine dolanmış, etrafımı görmemek için savaşırken birbirimizin karşısına çıktık.

Sana çarpıp yere düştüm. Beni kaldırdın. Hiç konuşmadın fakat gözlerimizin buluştuğu iki saniyede gözlerin birbirlerine söyledikleri her şeye yetiyor. Aynı duayı tekrar ederek eve koştum. 

Düşüncelerimin iplerinin bir ucunu sıkıca boynuma bağlıyorum, diğer ucunu da odamın tavanına astığım kancanın ucuna doluyorum, ardından kendimi boşluğa bırakıyorum. 

Dileğim gerçekleşiyor. 

Seni bulabilmek için ruhumun bana ait olmayan eski günlerini, eski geçmişini, bildiklerini, duyduklarını, yaşamadıklarını, yaşadığımı düşündüklerimi, yanlışları geride bırakıyorum. 

Beraber bir gelecek için. 

Sen herkesten farklısın. Sen tüm o eski günlerden, eski geçmişten, yanlış bildiklerimden, duyduklarımdan, yaşanmamışlıklardan, yaşadığımı düşündüklerimden uzaktasın. Seninle geleceği gördükten sonra bunları düşünmek istemiyorum. Çok uzun süredir karanlık ve tekinsiz bir gecenin kucağında uyurken, beklenmedik bir anda seninle uyandım. 

Her şey burada değişiyor.

Gözlerimizin buluştuğu o iki saniye, aslında yıllara bedeldi. Gün ışığını gözlerinde gördüm. Bana zamanın geldiğini söyledin. Neydi senin bakışındaki bu çılgın içtenlik? Seni hiç tanımıyordum fakat gözlerimiz birbirini tanıyordu. Yemin edebilirim.

Seni korkuya, geçmişe, yanlış bilinenlere, duyulanlara, bana ait olmayanlara dahil edemem. Her şey ardımda artık. 

Yeni bir gün doğarken, odama dolan ışıkla birlikte tavandan sarkan eski beden ve eski ruh yokluğa karışıyor. Seni bulmam gerek.

Seni bulmam gerek.

Evden çıkıyorum. O caddeye varmak için sokaktan çıkıyorum, yeniden birisine çarpıp tökezliyorum, yere düşecekken karşımdaki beni elimden yakalayıp kendine çekiyor.

“Nerede kaldın?”

Kafamı kaldırınca gözlerimiz yeniden ve yeniden buluşuyor. 

“Seni bekliyordum” diyorum. Elimi tutuyor, elleri yumuşacık ve sıcak. Hiçbir zaman sahip olamadığım, hiçbir zaman sahip olamayacağımı düşündüğüm türde bir mutluluk tüm bedenimi sarmalıyor. Her şeyi geride bırakıyorum. Korkular, kabuslar, ait olmayan geçmiş ve ait olmayan yaşamları geride bırakıyorum. İçimdeki tüm üzüntünün yok olduğunu biliyorum.

Kendimi aramak için içinden çıkmaya çalıştığım o örtük karanlık yolda, her şeyden vazgeçmek ve kendi kendime bir çıkış aramak… yeni bir yola aynı yükle çıkmak… yeni yolda seni buldum. Bana, bize ait olmayanı taşımadan beraber yola devam edebileceğimizi gördüm. 

Yeniden mutluluğu paylaşabileceğimi görüyorum. 

Artık her şeyi biliyorsun. Rahatlamanın ve görebilmenin hafifliğiyle derin bir nefes alırken beni kollarının arasına çekiyorsun. 

“Ben bize inanıyorum. Biz bize yeteriz, başka bir etmene gerek yok. Şunu unutma, seni seviyorum.”

“Beraber uyuduğumuz ilk gece sen uyurken yüreğim bir yıldız gibi bağlandı sana. Tıpkı bu sahip olduğumuz ikililiği adlandırmaya karar verdiğin o sahildeki gece izlediğimiz yıldızlar gibi.” diyorum.

“Biliyorum, benim de öyle.”