Havada Bir Hinlik Var

Havada Bir Hinlik Var

1818 1228 Uzay Emin Sunar

Bir şeyler yolunda değil besbelli.

Cumayı cumartesiye bağlayan gece saat üçtü, yattığım yerden doğrulup kurumuş gözyaşlarımın yüzümde bıraktığı izleri elimin tersiyle sildim. Odamın penceresini sonuna kadar açıp derin bir nefes aldım ardından aynı gökyüzünün altında biz olarak geçen son gece olduğunu bilmeden ne rüya gördüğünü düşünerek şehirin kirli gökyüzünü izledim. Ay, dün gece olduğu yerde hemen hemen aynı büyüklükte sanki beni uyarmak istercesine hareket ediyordu.

Yeni bir sevgiyi benimsemek, sana dair hiç düş kurmadım. Düş kurma halini gerçek sevgi olarak kabul ediyorum. Artık hiçbir şeyin kesinliğinden emin değilim. Her neyse ne işte. Vücuduma değip geçmiş eski sevgiler, sevgililer… hiçbirinin anısı yok, hiçbirinin ağırlığı yok artık. Seninle her şeyi yeniden öğreniyorum. Yeni bir ben var artık. Yeni bir benin ilk sevgilisi olan sen varsın. Düşünce kasnağının devinimleri. Kalbimdeki sancı bir saniye olsun geçmiyor. Senden uzakta olmanın acısıyla her saniye alevleniyor, alevleniyor, alevleniyor, tüm bedenimi sarıyor. Bazen düşüremiyor insan kalbinin ateşini, yükseliyor, nefesimi aşıyor.

Sana söylemek istediğim bir sürü şey var ama biliyorum ki her şeyin bir zamanı var. Bu sefer hiçbir şeyi aceleye  getirmek istemiyorum. Doğru zamanı bekleyebileceğimi, bekleyebileceğimizi bilmek istiyorum. Seninle olabilmek için, seninle olup olamayacağımı anlamak için, seninle olamayacaksam bile seni iyi hatırlayabilmek için, seni hayatımda bir şekilde tutabilmek için ama bazı şeyleri düşünmek bile beni üzmeye yetiyor. 

Hatırlıyorum, daha her şeyin en başındayken bana söylediğin her şeyi hatırlıyorum. Beraber oluşturduğumuz, oluşturacağımız tüm anıları güzel hatırlamak için anlaştığımız, sana sarılırken uyuyakaldığım ardından ilk defa baş başa yemeğe çıktığımız o öğleden sonrayı ve tüm bedenimi saran mutluluğu hatırlıyorum. Sadece ikimiz arasında, sen de hatırlıyor musun her şeyi? Ben hepsini çok iyi hatırlıyorum.

Hayır, senin yüzünden üzgün değilim, senin yüzünden hiç üzgün olmadım. 

Her şeyden kendini sorumlu tutamazsın. Her şeyi harika halde yaşayamayız. Her zaman mutlu olamayız. Üzüleceksek, birbirimizi üzeceksek bile beraber aşabilmeliyiz. Ben buna, beraber oluşturduğumuz biz kavramına inanıyorum. 

Sen bu konuyla alakalı konuşmazsan ben konuşabilir miyim bilmiyorum. Seni sevdiğimi bilmen gerek. Senin varlığını öğrendiğimde içimdeki bazı ölü hisler yeniden hayat buldu.

“Çarşamba akşamı yanında olurum.”

“Hafta sonu beraber geri döneriz.”

Aslında bıraksalar bu şehirde de seninle ve sensizlikte ölebilirdim, zamanı gelince, sana olan özlemimden, kendiliğinden ama hayat beni rezil bir değnekle dürttü. Kalk, bu deliliğin peşine takıl, kalk o şehre git. İşte sırf bu yüzden, seninle beraber şehir değiştirebilmek için yanına geleceğimden haberin yok. Bu şehri senin için terk edip yanına gelecek olmaktan çok korkuyorum. Her şeyi çok hızlıca tüketecek olduğumuzu düşünmeden edemiyorum. Büyük ihtimalle benden sıkılacaksın. Gideceğini bildiğim birisine aşık olmak çok zor, kendime engel olamıyorum.

Tüm kalbim senin olsun. Tüm kalbimi senin için paramparça edebilirim.

O günlerde ne kadar çok mutlu olduğumu, ne kadar çok korktuğumu yeniden hatırlıyorum.  Son günlerin korku ve endişesi kayboluyor kalbim sevilmenin sıcaklığıyla kaplanıyor.

Hayatımda bir zamanlar yeri olan tüm erkeklerin aksine sen benim sevdiğim her şeyden nefret edip, beni küçük göstermeye çalışmıyorsun, saygı duyuyorsun, beni dinliyorsun. Yanındayken güvende hissedebiliyorum. Bu çok uzun süredir kimseyle beraberken tam olarak hissedemediğim bir his. Eksik olanın ne olduğunu düşünmeden güvende hissedebilmek. Uyumadan önce binbir düş tarafından kovalanmamak. Bilmiyorum. Bilmiyorum. Bilmiyorum. Bazen durup böyle düşündüğüm, böyle hissettiğim için kendimi salak gibi hissediyorum. Böyle hissedecek neyim olduğunu, bana bu güvenceyi veren kaynağın ne olduğunu düşünüyorum. 

Birinin yüzüne baktığınız zaman anlayacağınız türden bir şey bu. İlk defa gördüğünüz birinin yüzüne bakarken kendi kendinize “Acaba?” sorusunu sormak ardından o kişiyi tanıdıkça bu “Acaba?” sorusunun cevaplarını alıyor olmak. 

Seni ilk gördüğümde kendime sorduğum “Acaba?” sorusu sonrasında senin ilgini çekmediğimi düşünüyorken, birden bire uzun soluklu bir telefon konuşmanın içinde kendimizi bulmuştuk. Uzun süre sonra böyle heyecanlandığımı, ilerleyen günlerde de telefon başında doğru düzgün tanımadığım birisinden mesaj ya da bir çağrı beklediğimi hatırlamıyorum. Birbirimizi görebilmek için işlerin bitmesini beklemek, günleri saymak, araya engel olacak bir şey olmaması için her şeyi en iyi şekilde tamamlamak ve kurtulmak.

Bu anıları tek başıma var etmedim, beraber var ettiğimiz anılar bunlar. 

Hayatında olduğum yerden çok mutluyum belki kimse beni bu kadar çok mutlu edememiştir, özel hissettirememiştir. Kimse kimsenin içindeki üzüntüyü söküp alamıyor ama yeni mutluluklar verebiliyor. Geçmişin zincirleri tekrar tekrar kırılıyor, yol devam ediyor. İçimde bir yerin kanadığını biliyorum. Kimseye söylemezsem gerçekliğini yitirir ya da beni öldürür. Elzem konu bu değil.

Sonsuza kadar süreceğini düşündüğüm yazın sonuna geldik. Kuru günlerin üçüncü gününde ayrılık gelmişti de ben farkında değildim. Geri dönüşü olmayan yıkım başlamışken ben hala bir şeylerin konuşularak kurtarılabileceğine inanıyordum ama ayrılık kararı çoktan verilmişti, sadece daha onurlu şekilde olması için yüz yüze söylenmesi bekleniyordu. 

Hayatında hiç yer edinebilmiş miydim?

Bir süredir unutmuştum havalardan bahsetmeyi halbuki en sevdiğim havanın suyun muhabbetiydi. Beraber aşamayacağımız hiçbir engel yok diye düşünür, her şeyin konuşularak çözüleceğine inanırdık fakat yağan yağmurdan mıdır yoksa esen yelden midir bilinmez, ortaya çıkan bu bahaneler bizi ırağa düşürdü. 

Tüm bunlar artık geride kaldı.

Korkularımın kelimelere dökülüp konuşulması, bizi üzmesi düşüncesinden kaçabilmek gidebildiğim kadar gittim. 

Nafile.

Ne kadar uzun bir yolu gelmiştik seninle. Şimdi, sen ayrı ben ayrı o yolu nasıl yürüyeceğiz ki?

Nafile. 

Her şey nafilenin nafilesi. 

Konuşmadıklarımız mı bizi ırağa koydu da, biz bittik? Hayır, konuşmadıklarımız ya da bahaneler değildi. Bizi ırağa sen koydun. 

Her gün doğumunda kederim silinirken, gün batımında keder yeniden ve yeniden ve yeniden başka şekillerde içimde doğuyor. Kalbimdeki her duygu eskiyor, sessizce yavaşlıyor.

Düşlerimizi de gözlerimizle mi görürüz?

Böyle durumlardayken bazı şeyleri yazmak çok güç oluyor. 

Karşımda duruyorsun, “Artık seni sevmiyorum.” diyorsun. Bunun kötücül bir düş olduğuna inanmak istiyorum fakat gözlerimiz buluştuğunda her şeyin gerçek olduğunu görebiliyorum. Göz göze geldiğimizde artık gözlerimiz birbirileriyle konuşmuyorlar. İşte o an bir şeylerin bittiğini anlıyorum. Tüm benliğimi bir sis kaplıyor, beni senden, bizden çekip alıyorlar.

“Şimdi”den geri dönüşsüz kopuşumu izliyorum. Bu kopuş, beni büsbütün şimdiki zamana hapis ediyor. Farkına vararak ya da varmayarak hep zamanı izler ya insan kısmı. İçinde bir şey olmayan zamanı… boşluk, zamansız boşluk. Şeyleri birbirine bağlayan ilişkiler bu içsel boşlukta eriyor, dağılıyor ve yok oluyor. 

“Bugün ayın kaçıydı?” diye soruyorum.

“Kuru günlerin üçüncü günündeyiz, beni kurtaracağını düşünmüştüm. Bir hafta önce inmeye başladığımız o yokuştan, bilmediğimiz bir yere doğru hızlanarak koşarken biraz durmamız lazımdı. Dursak geri dönebilirdik, durmadan o iş olmazdı ve belki bu vesileyle o yokuştan uzaklaşmamız lazımdı.” sorduğum soruyu kendi kendime cevaplarken ağlamaya başlıyorum.

“Geri dönüşü olmayandayız.” 

Geri dönüşün ne ya da nasıl olacağını o an bilmiyordum. Zihnimden geçen sözcükler istemsizce ağzımdan dökülmeye başlarsa diye çok korkuyorum ama beni şimdiki zamana hapsedenler ve şu sis yüzünden hiçbir şeyi söyleyemiyorum.

“Seni kurtarmam mı lazımdı?” Bu soruyu sorarken suratında hiçbir ifade yok.

O an, beni tutsak eden engellerden kurtuluyorum ve aramıza kırılmaz camdan bir duvar çekiliyor, her şey o duvarın ardında. Bildiğim her şey anlamını yitirmiş, zihnimdeki her şey ama her şey birbiriyle olan bağını yitirmişti. Herhangi bir tepki, karşıt düşünce, kabulleniş ya da başka bir şey olmaksızın sadece orada öylece oturuyor, söylenenleri dinliyordum. 

Acaba eve mi gitmeliyim, yoksa bu şehri baştan sona yürümeli miyim? Bunu kime anlatabilirim? Bu gerçekten de şu an yaşanıyor mu? Nefes alıyor muyum? Boğazımdaki şey ne? Bunu oraya kim koydu? Bizi buraya kim koydu? Buraya neden gelmiştik? Sorunlar konuşulmuş ve çözüme kavuşmamış mıydı? Bu yolu beraber yürümeye devam etmeyecek miydik? Hiç anlamıyorum nasıl, neden, niye, niçin, hangi, ben mi, sen mi, o mu, neden?

Yine de elverişli bir birlikteliği oluşturabilmiştik. Her şeyi kolaylaştıran, ikimizin de işine gelen bir birliktelik olmuştu ama farkında olmadan ortaya çıkarttığımız bir düzen de vardı ve her şeyi zorlaştıran, acı veren tek şey bu düzendi. 

Bir gün yeniden bir araya geleceğimizi biliyorum. Aynı şekilde olmak zorunda değil. Değişimlerin sonu gelmiyor. İnsan her saniye bir adım daha ileri gidiyor. Yol ayrımındayız. Ayrılmak zorundayız. Bizi kurtarabilecek bir oluşum ya da sözcük yok. 

“Gitmen gerek biliyorum ama beş dakika daha burada oturabilir miyiz?” Bu beş dakikayı neden istediğimi bile bilmiyorum. Ne kadar zamandır buradayız bilmiyorum. Ne konuştuğumuzu bilmiyorum. Gözlerin hala aynı.

“Lütfen bunu zorlaştırma.”

Gitmen gerek. 

Biliyorum, biliyorum, biliyorum. 

Gitmen gerek.

Şimdi bu hayattan uzaklaşsam. Yüksek ve güzel ve düzgün hayatların arasından geçsem, ayrılıkları aşsam, geçmişe ve geleceğe en tepeden baksam. İnsanların arasına karışsam aniden… her şey düzelir mi? 

Keşke benim de karşımda her zorluğa rağmen dimdik duran ve beni sevebilen biri olsaydı. İnsan tek başına dağ olamıyor bazen.

Havada bir hinlik var, ben burada daha fazla duramam. Bir fırtına çıkmak üzere tüm Çırağan boyu yürüsem belki bu fırtına başlamadan diner. 

Şimdilik gitmem gerek.