Normal vakitlerde ön yazıları pek sevmem fakat bunda gerekli buldum. 5 kısımda paylaşacağım bu hikayeyi oluşturmamı sağlayan cesur insanlara teşekkür etmemek olmazdı sonuçta. Adlarını paylaşmayacağım, ama bir istekle ‘diyaloglarını’ çaldığım bu kişiler! Bana en karanlık itiraflarınızı, bağırarak söylemek istediğiniz gerçeklerinizi bahşettiğiniz için minnettarım size, bakın ne yaptım onlarla. Ve siz, okuyucu dostlarım! Bilin ki bu karakterlerin ağzından çıkan çoğu laf, gerçek hayatta söylenmek isteyip söylenememiş kelamlardan ibarettir. Hayat ne kadar gerçekse tabii. Eninde sonunda avucumuz kadar, değil mi?
Keyifli okumalar,
Hazal
hayat avucum kadar /1
Nasıl bir adamım ben? Kendime sık sık bunu sorarım. Birini duymuştum, bir şiire takık tiyatrocu bir herif vardı, kendini vurmuştu mu ne. Bir gazete kupüründe görmüştüm adını, Faysal Derinçer. Bu soruyla beraber hep hatırıma gelir, anmadan geçemem. Hakikaten, nasıl bir adamım ben? 24 sene geçmiş ilk ağlayışımdan, hala öğrenememişim kendimi, iyi mi? Birçok şey duydum aslında, ama işte onlar hep ‘’öbür’’ sesler. Benim kim olduğumda bari benim sözüm olsun değil mi ya? Tabii hiç öyle işlemez. Adımızı bile bizim seçebildiğimiz nadirdir, kaderimizi hiç. Ben de gelmiş burada utanmadan nasıl bir lüks hayatı kovalıyorum!
Birkaç sene oluyor kafamı çarpmamak için çabaladığım ranzadan çıkalı. Çığlıklar attığım, kurtulma umuduyla ağladığım aynı ranza bahsettiğim. Battaniyelerin sözünü tuttuğu sıcaklık hala aklımda. Ne garip, her şeyi zamanla unutmuşum, ama bir battaniyeyi unutmamışım. Bir battaniyenin kırk yıllık hatrı vardır diyebilir miyiz? Yüzünüzü buruşturmayın, normalde komik biriyimdir ben. Öbür sesler hep öyle der yani.
Yataktan kalkmak istemediğin zamanlarda o gücü bulmak çok daha zor oluyor. Bugün aşık olduğum kadının evlendiğine ne kadar mutlu olduğunu izleyeceğim. Kendimi acındırmaya meyilliyim, farkındayım. Biraz daha dürüst olmaya çalışacağım. Eski aşık olduğum kadın diyelim. Üniversite yıllarımda gözlerimiz birleştiğinde hissettiğim şeyleri az da olsa hatırlıyorum, daha çok gözlerimi kaçırmama sebep olan bakışlarını. Hani gözleri parlar birinin ve hayatta hissedersiniz ya, o tarz bir his işte. Korkak biri değilim, olmamayı umuyorum yani. Ama ne zaman öyle hissetsem kaçırırdım gözlerimi. Yalan söylemem gerekirse, seneler sonra içindeki boşluğu dolduracak o insanı bulmasına çok sevindim. Doğrusu ise şu: Kendisi dışında kimse dolduramayacak o boşluğu, ve ailesinde uzun süredir gelen boşanma piyangosu ona da vuracak. Fakat, evlensin bakalım. Bir yastıkta kocasınlar.
Üzerime geçirdiğim kıyafetleri umursamadım dersem yalan söylerim, böyle zamanlarda olduğum ilgi bağımlısını durdurmak daha da zor oluyor. Onu artık ne kadar istemesem de, beni istemesini hala çok istiyorum. Yalan söylemekte iyi olmam kendime söyleme zorunluluğunu getirmiyor ya?
Kağıthane’den yavaş adımlarla ayrılırken İstiklal’in eski halini düşünüyorum. Beyaz ruslar, Çiçek Pasajı ve Madam Anahit… Bir hatıram yok kendileriyle, daha çok okuduğum eski bir hikayeden bana kalanlar var. Ne garip, sanki hiç düşünmemişim de, kafamı bulduğum her şeyle doldurmuşum gibi. Fakat düşünseydim de eski Pera’yı mucizevi bulurdum. Herkes daha nazik, herkes daha… Nasıl denir, edepli? Öyle şeyler işte, adab-ı muaşeret işleri diyeyim kısaca. Şimdi herkes biraz soğuk, amma velakin kaba bir şekilde. Peralılar ne düşünürdü acaba, İstanbul’u birkaç senedir solumuş bir yolcu tüm İstanbul’u yargılıyor!
Beyoğlu Öğretmenevi’nin önüne vardığımda bir İstanbul beyefendisi giriyor içime. Sadri Alışık ve Ayhan Işık arkamda, giriyorum içeri. Nalan onu ilk gördüğüm gün kadar güzel, üzerindeki saten gri elbisesi beni eski yıllara götürmesini biliyor. Önünden geçtiğimiz bir ‘’hot couture’’ ya da nasıl yazılıyorsa işte, o tarz bir mağazanın vitrininde gördüğünde ne heyecanlanmıştı ama. Belli ki artık alacak değil, diktirecek parası var. Nişan partisi ise tam onun zevkine uygun. Gözlerimiz birleştiğinde aynı gülümseme ve aynı parıltıyı görüyorum yeniden, ruhu hala sıcak. ‘’Çağlar’’ diyor, ‘’Çağlar, bu ne sürpriz!’’ Konuştuğu an ondan nefret ediyorum. Bunun bir sürpriz olmamasından, sesindeki o yapmacıklıktan ve gülümsemesinin gözlerine bir türlü ulaşmamasından nefret ediyorum, ya da bir ihtimal her şeyi kafamda uyduruyorum.
‘’Güzel görünüyorsun.’’ dediğimde yan gülümsemesinden fark ediyorum, ne gerilmişim. O hala aynı Nalan, hala güldürebiliyorum onu. Beni birkaç arkadaşıyla tanıştırdıktan sonra ortak arkadaşlarımızın neden gelemediğini açıklıyor bana. Yok efendim Leyla şehir dışındaymış, Sefa’nın katılması gereken başka bir etkinlik varmış falan filan. Ben buradayım işte, yetmez miyim sana? Sonra beni ‘’Deniz’’le tanıştırıyor. Benden daha yakışıklı fakat daha kısa, üzerimden atamadığım bu tatminkâr duygu gece boyu devam ediyor. Sen, Nalan Gökoğlu, beni reddederken upuzun bir adamı da kaçırdın kendinden!
Yapayalnız bir gece, yuvarlanan birkaç kadeh ve toplanan cesaret sonrası yalnız yakalıyorum onu. Deniz Bey bu gece sana sahip çıkamazken koca bir hayat çıkacak ha? Hiç sanmıyorum. ‘’Evleniyorsun demek?’’ diye soruyorum. Ne aptalca bi soru ama.
‘’Öyle duruyor.’’
‘’Seninle dürüst olayım mı Nalan?’’ Doğruyu söylemem gerekirse, bahsettiğim ‘’birkaç’’ kadeh sonrası başka bir seçenek yok gibi duruyor. Beni başıyla onayladıktan sonra beni durduran hiçbir şey kalmıyor. ‘’Bu sene beni en çok şaşırtan sendin Nalan. Ben seni hep fırtınalı bir denizde sakin bir liman zannetmiştim. Her zaman arayabileceğim, her zaman müsait bir durak. Bu yüzden tekrar iletişime geçtim seninle, bıraktığımız yerden devam edebiliriz zannederek. Fakat sen bana evleneceğinin haberini verdin. Sen güvenebileceğim bir liman değilmişsin, senin de yağmurların varmış. Hem de masmavi gökyüzünü bir anda dolduran kapkara bulutların varmış. Sana şans tanıdım kendini açıklaman için. Hem de bir defa değil, fakat sen hiç bir zaman istediğin şeyi elde etmemişsin ki hep öylesine yaşamışsın. Ne beni sevdiğini söyleyebildin bana ne de neden artık beni sevmediğini. Kendi kendine bir şeyler yaşadın. Hep ben konuştum. Sen sadece gözlemledin.’’
Gülüyor fakat kötü bir gülüş bu, tanımadığımdan ötürü değil: hatta o kadar iyi tanıyorum ki o yüzden nefret ediyorum yüzünün aldığı halden. Daha ağzını açmadan kalbimi kıracağını biliyorum. ‘’Hatırlıyor musun, bir Noel sana atkımı vermiştim. Bana anlattığın şeylere inanamaz, hayranlıkla dinlerdim seni. İnanamaz diyorum ama inanırdım işte. Aynı yıllar boyu görmem gereken tüm kırmızı bayraklara yoklarmış gibi davranıp beni sevdiğine inanarak, senin için Ankara’dan ve tüm yurt dışı fırsatlarından vazgeçmemin doğru olduğuna karar vermem gibi. Fakat sen sadece beni masallarla uyutuyormuşsun Çağlar, ve yavaş yavaş-‘’ Sinirli bir şekilde nefes alıyor. ‘’Yavaş yavaş, bu masallardan tek bir güzel şey bırakmayana dek her şeyi mahvettin. Bu yüz, seni seven birinin yüzüydü. Fakat şimdi ne düşünüyorum biliyor musun? Sana fazla geldiğimi düşünüyorum. Bence daha önce benim gibi biriyle hiç tanışmamıştın, artık tanışamazsın da. Neredeyse hiçbir ortak noktamız yoktu, ama olsun çok istedim. O yüzden de biraz kendimi bastırdım, düşüncelerimi adapte ettim ama ne uğruna? Senin hayal ettiğim versiyonuna kanmaktan başka ne getirdi bunlar bana? Ve şimdi suçlu ben miyim? Her zaman müsait olan durak olmadığım için? Sana göre belli ki öyle, ama ben kendimi şanslı sayıyorum.’’ Davranışlarının ve yükselen sesinin dikkat çektiğini fark ettiği anda yüzüne zoraki bir gülümseme yayılıyor. ‘’Edeceğin başka bir hakaret kalmadıysa gitmeni rica edeceğim.’’
Bir zamanlar sevdiğim kadının yüzüne son kez bakıyorum. Semiramis Pekkan gözlerimizin son kez dans edişine eşlik ediyorken hissettiklerimi garipsiyorum. Kalbim kırılmıştan ziyade rahatlamış gibi sanki, sonunda Nalan’ın ne hissettiğini tam olarak öğrenebilmiş olmak yetiyor bana. ‘’Hay hay!’’ diyorum, ‘’Deniz veya adı her neyse, mutluluklar.’’
Kapıdan çıkarken hissettiğim şeylerin gerçekliğinden şüphe duyuyorum. Bir zamanlar çok hissettim de, artık ne hissedersem hissedeyim az mı geliyor acaba? Bu boşluk hissini doldurmak uzun vadede ne kadar zorsa, kısa vadede o kadar kolay oluyor. Eski Beyoğlu’nun okuduğum halinden bir şey kalmasa da yine de beni hala içine çekebilecek bir büyüsü var, o kesin. Elimde olmadan düşünüyorum; çünkü elimde olsa düşünmem, biliyorum. Eskiden hayatımızı kaplayan insanlar için de aynısı geçerli mi? Tanıdığımız insanların eski halleri olmasa da bizi büyüleyebilirler mi son kez? Son kez, onlar ve biz, tek olabiliriz belki de.