hayat avucum kadar / 2

hayat avucum kadar / 2

690 949 Hazal Karabulut

hayat avucum kadar / 2

Telefonu elime aldığımda kendi kendimi teselli ediyorum, yanlış yaptığımı bile bile. Rehberde Y harfinde durduğumda ayıp olmasın, ileride kendime kızarım diye son bir kez teredütteymişim taklidi yapıyorum. Halbuki en başından beri, belki de nişanın Beyoğlu’nda olacağını öğrendiğimden beri eminim bu aramadan; olduğum kişinin gerektirdiği saptamalar bunlar. Yasemin dördüncü çalışta açıyor. Ne garip, onunla ne kadar az kelime paylaşmış olsak da bunu beni ‘’süründürmek’’ için yaptığını biliyorum. ‘’Efendim?’’ Dediğinde bile bunu kendine atfettiğini biliyorsunuz, tıpkı adı gibi sesini de kendi kendine bahşetmiş biri o. Gerçek adını ne duydum ne de duyan biriyle tanıştım. Sır gibi sakladığı kendisinin görünmemesini o kadar istiyor ki, sevdiği sevmediği her şeyi halının altına süpürmüş. 

Yasemin’le oyunlara ihtiyacım yok, biliyorum. ‘’Seni görmem gerek. Biliyorum uzun zaman oldu, Beyoğlu’ndayım ve düşündü-‘’

Sözümü kesiyor. ‘’Gelirken bir şişe şarap alır mısın? Kutman, Angora fark etmez. Kırmızı olsun.’’ Atışmanın, alınganlığın olmadığı bir telefon konuşması beni hayrete düşürüyor. 

Sevincimin altında bir şüphe doğuyor, dinlemiyorum. ‘’Tabii ki, yarım saate orada olurum.’’ 

Yasemin’in yolunun üstündeki tekele yürüyorken onu benim için bu kadar farklı kılanın ne olduğunu düşünüyorum. Yasemin seviştiğim ne en iyi ne de en güzel kadın. Öyle sevişme sonrası bir ritüelimiz de yok: Ne bir yemek söyler, ne yatakta muhabbet ederiz. Sanırım beni ona çeken şey beni seçmiş olması. Hayatındaki her şeyi, adını bile yeniden kurmuş kişi sizi seçti mi elinizde olmadan gururlanabiliyorsunuz. Şahsen ben her şeyi yeniden kuruyor olsam hayatıma kendimi almazdım, anlatabiliyorum umarım. 

Tekele uğradıktan sonra kapısına vardığımda Nalan’ın dedikleri hala kulaklarımda yankılanıyor aslında. Fark ediyorum ki yanlış kişiyi kalbimde taşımışım bunca zamandır; bu kadar süre kapıları boş yere kapamışım. Belki de Yasemin gibi birine ihtiyacım var benim: Ne çok bir şey hissettiğim, ne gözlerinin içine bakınca kelimelerimi unuttuğum biri. Kapıyı çalıyorum. 

Merdivenlerden komşuları düşünecek kadar sağduyulu olduğum iddiasını kaybetmemek adına sessizce çıkıyorum. Biliyorum çünkü, kimse görmese bile kendimin en büyük yargıcı benim. Kapıya vardığımda Yasemin’in beni beklemediğini görüyorum ve içimdeki kurt kalbimi kemirmeye devam ediyor. Hiç umursamadığımız insanlar bize aynı muameleyi uyguladıklarında düştüğümüz haller beni hep şaşırtır durur, ve ben yine kendime şaşırıyorum.

Beni karşılayan koca stüdyonun camın yanına itilmiş yatağının üzerindeki Yasemin’i gördüğümde ilk defa onu incelemeye karar veriyorum. Beyaza yakın gri saçları çok az kişiye ona yakıştığı gibi yakışır, bu kesin. Gülmesinden kaynaklı ağzının yanındaki kırışıklıklar daha bir görünür olsa da umursamıyorum. Akmış siyah göz kalemi — veya ne deniyorsa, makyaj uzmanı değilim — onu yorgun gösteriyor diyip suçu tamamiyle bir kaleme atabilirim ama sıkıntı bundan ötesi gibi hissediyorum. 

Yatakta oturmuş bana bakıyorken gözleri beni deliyor gibi geliyor. ‘’Selam.’’ diyorum. Cümle ağzımdan o kadar yapmacık çıkıyor ki o an kendimden tiksiniyorum. Elden ne gelir bilmez dikiliyorum öylece, kapıyı kapatmak bile sonradan aklıma geliyor. Boğazımın kuruduğunu fark edince bıçakla kesilebilecek gerginliği dağıtabilmek adına bir cümle daha denemeyi tercih ediyorum. ‘’Su ister misin?’’

Kendime mermer tezgahın üstünde su doldururken arkadan cevap geliyor. ‘’Hayır, teşekkür ederim.’’ Suyu alıp yanına gidiyorum. Bir süre ona yukarıdan baktıktan sonra yanına oturuyorum, bakışlarının deliciliği değişmiyor. Suyu elimden alıp yere koyduktan sonra yavaşça bana yaklaşıyor. Neler olacağını bildiğim halde neden bu kadar heyecanlıyım? Yasemin’i ilk defa öpmüyorum, fakat karşımdaki kişiyle ilk defa sevişecekmişim gibi geliyor. 

Beni öptüğünde bir şeylerin farklı olduğuna emin oluyorum ama sesimi çıkarmıyorum. Yasemin’le sevişmenin belki de en iyi yanı kafamdaki susmayan şu sesi — kendi sesimi — susturmak iken yine kendimi kendimle buluyorum. İşte! Şu an elimi beline koyarken, sıcak bedenini bedenime yaklaştırırken bile kendimle konuşuyorum. Üstüne çıkıp gözlerine baktığımda heyecanımın bunca zamandır gerginlik olduğunun farkına varıyorum. ‘’Muhtemelen boşalamayacağım.’’ Diye fısıldıyorum, başını telaşla sallamakla yetiniyor.

Hakikaten de gelemiyorum. Kırk beş dakika sonra artık nefessiz kaldığımda memnuniyetsiz bir şekilde yana yığılıyorum, onun da aynı şekilde olduğunu bilerek elbette. Derin derin nefes almasının sebebi sevişmemiz mi yoksa gerginliği mi anlayamıyorum, sıkıntıyı soramayacak kadar da korkak biriyim. ‘’Şarap ister misin?’’ diye soruyorum.

‘’Hayatımda biri var.’’ Sesinin titrediğini hissediyorum. 

Şaşırmış olsam da en azından gerginliğin sebebini öğrenmek rahatlatıyor. ‘’Sevindim.’’

‘’Ne istediğini bilmeyişinin altında her gün ezilerek uyanmak istemiyorum. Her gün senden bir şeyler bekleyerek günümü geçirmek istemiyorum. Birbirimizi ne zaman yeniden göreceğimizin hayalini kurarak senden bildirim kovalıyorum. Seni ne kadar çok düşündüğümü kelimelerle ifade edemiyorum; kelimeler konu sen olunca görevlerini asla yerine getiremiyor. ‘’ Elleriyle yüzünü kapatıyor. 

Dirseğime dayanarak yana dönüyorum. Ellerini izlerken gerçekten meraktan soruyorum. ‘’O zaman hayatında neden başka biri var?’’

Ellerini hızlıca yüzünden çekiyor. ’’Neden mi var? Hayatımın dört yılını seni severek ve seni bekleyerek geçirdiğim için duyduğum pişmanlığı atabilmek için belki de. Belki de seni severken kendimi sevmeyi de öğrendim. Seni beklerken, her mevsimin bir anlamı olduğunu öğrendim. Bir kuşun kanadında yara olmanın kutsallığını öğrendim hatta! Hayat sandığımdan da kısaymış, öğrendim. Seni severken, çok şey kaybettim ama kaybetmeyi de öğrendim.” Sakinleşmek için derin bir nefes alıyor. ‘’Söylemek istediklerimi o kadar içimde tutmuşum ki artık sana ne söylemem gerektiğini, ne söylemek istediğimi, ne söylediğimde rahatlayacağımı bilmiyorum bile. Tek bildiğim, ben artık sevilmek istiyorum. Maalesef ki beni sevebilecek kişi sen değilsin.’’

İç çekiyorum. ‘’Böyle hissettiğin hakkında hiçbir fikrim yoktu Yasemin. Belli ki sana yük olmuşum, özür dilerim.’’ Eşyalarıma bakınıyorum. ‘’Hızlıca çıkarım.’’

Sinirle gülüyor. ‘’Tabii, çık. Son kez cevabı kısaltayım senin için: Seninle seviştim çünkü sana hiçbir şey hissetmediğimi kendime kanıtlamak istedim. Kanıtladım da.’’

Pantolonumu giyerken ona bakmamak için çaba gösteriyorum. ‘’Anlıyorum.’’

‘’Bu kadar mı umurunda değilim Çağlar? Hiçbir zaman, biraz olsun da mı istemedin beni?’’ Gözlerimin içine baktığını hissediyorum, ama onlara ulaşmaması için yapmayacağım şey de yok. 

‘’Hiçbir şey hissetmediğin birinin hislerini gereğinden fazla umursuyorsun Yasemin. ‘’ Tişörtümü de üzerime geçirip cüzdanımı aldığımdan emin oluyorum. ‘’İyi geceler.’’ Kapıya ilerlediğimde son kez Yasemin’e bakıyorum. ‘’Şanslı kişiyle de mutluluklar. Umarım seni hak ediyordur.’’ Gözünden akan bir damla yaşı izlemeden kapıyı çarpıp çıkıyorum.