Yağmurlu bir sabaha –daha doğrusu ikindi vaktine- uyandı. Yataktan kalkmadan önce camdan dışarı uzun uzun baktı. Perde kapatma adeti yoktu, oda doyasıya ışık alıyordu. Ofladı pufladı, zoraki doğruldu. “Salak.” diye söylendi sonra uyanır uyanmaz aklına gelen kişiye. Salak. Midesinde büyüyen yumruya rağmen kalkmaya çalıştı, duyguları dimağında acıdıkça acıyordu. Salak. Bir güçle doğrulup can havliyle camı açtı sonra, önüne dayadı bedenini, nefes alamıyordu. Derin bir iki nefes aldı, alamadı, sigarasını yaktı. Gözlerinin boş baktığını, enerjisinin bütün bedeninden çekildiğini ve onu düşündü. Keşke kendime katlanabilsem…
Bambaşka, derdi ona. Bambaşka. Damarları ateşe veren, görünce nefesi boğaza tıkayan büyük aşk… Havaifişekler! Şenlik ateşleri! Tutku! Arzu! Dalgalar! Depremler! Güldü, HA HA HA. Aynen, evet, büyük aşk! KOSKOCAMAN BÜYÜK AŞK! Sonu neye yaradıysa o büyük aşkın… Salak, diye tekrara başlayacaktı kendisinden bilinçsiz hareket eden dudakları ama durakaldı. Bambaşka, dedi sadece camdan dışarı fısıldayarak. Bambaşka, özel, yeri dolmaz, unutulmaz… Hem sonra sonu olmadıysa da o aşk sonsuza dek yaşanmış olarak kalacaktı. Ya hiç denk gelmeselerdi o çok yakın ortak arkadaşlarının evinde? Ya o gece onu hiç öpmeseydi? Ya hiç… Neyse ne işte, dedi kesti kendini daha da kanırtmamak için. İşin özü, asıl salaklık tüm bunların silinip gitmesini dilemek değil miydi? O ikisi, o, aşkları sonsuza dek beyninin bir kıvrımında saklı kalacaktı. Peki buna tutunarak yaşayabilir miydi?
Onu düşüncelerinden ayıran şey çalan telefonu oldu. Tın tın gidip kimin aradığına bakmadan açtı telefonu. Yine bir şeylerin teslim tarihini geciktirdiğini sanarak yalancıktan kibarlıklarla girdi söze. Telefondaki tanıdık ve sevecen kadın sesiyse hararetle “Bu gece çıkıyoruz,” diyordu, “hadi artık yetti bu depresyon. Düşün düşün nereye kadar ayol!” Kafasını salladı. “Anlamadım?” Telefondaki ses tizleşti. “Dışarı, canım, DIŞARI! Unuttun mu? Yemek, gezme, alkol, arkadaş…” Sonra ses tonu biraz daha cilveli bir hale büründü. “erkekler, flört, seks…” Durakladı. “Aa hadi, itiraz falan istemem bir saate hazır ol seni almaya geliyorum. Hem konuşacaklarımız da var.” Kısa bir bip ve ses, cevaba gerek duymadan telefonu kapattı.
Kafasını ellerinin arasına aldı. O güzel tanıdık sese olan özlemiyle doldu. Keşke daha canlı, daha genç olabilseydim. Bir duş alırdı hızlıca, o geçen aldığı elbiseyi giyerdi- keşke daha enerjik, daha mutlu olabilseydim. Sonra o geçen bir kokteyle giydiği ayakkabıları giyiverirdi. Birkaç kadeh içse bir şey olmazdı ya! Böyle yaparsa bütün arkadaşlarını da onu kaybettiği gibi kaybederdi. –Keşke kendime katlanabilseydim.
Düşünceleri ve duyguları birbirine çarpışıyordu. Neler vermezdi o iç sesini susturabilmek için… Salak işte… O olmasaydı şimdi böyle olmazdı. Ya ama kendisi neler yapmıştı! Yine içten içe kendini suçladığını fark edince saçlarını yolmak istedi. Ezik misin sen?
Göz ucuyla saate baktı ve çoktan yarım saati geçirdiğini fark etti. Hızlıca banyoya attı kendini ve dikkatsizce suyu açtı. Kafasından akan buz gibi su onu biraz daha ayılttıysa da gözlerini kapatıp sırtını duvara yasladığında dünya dönüyor dönüyor dönüyordu. Hem de onun en ufak fikri bile olmadan…
Saçlarını vücudunu öylesine yıkayıp duştan çıktı. İç çamaşırına gerek duymadan yeni elbisesini giydiğinde bacaklarındaki kılları fark etti. İç çekti, zaten kim görecekti ki? Çıkıp bir akşam yemeği yiyip hiçbir tanıdıkla karşılaşmadan biraz içeceklerdi, sonra dönüp yine yalnız evine, yalnız yatağına ve yalnız uykusuna dönecekti. Her zaman olduğu gibi. Durup “her zaman”ın üstünü çizdi, uzun süredir olduğu gibi.
Makyaja geçecekti ki kapı çaldı, nereden bulduğunu bilemediği bir güçle gidip arkadaşını içeriye buyur etti. Yüzüne baktığındaysa çok kontrollü incecik duygular sezdi. Muhtemelen gözaltı torbalarına, pis evine, kapının önünde biriken çöpe bakmamak için büyük bir çaba harcıyordu. Arkadaşı “Canım-“ diye söze girecekti ki bir anda eliyle ağzını kapattı. “Özür dilerim.” İnce duygular çatlaklardan sızmış, mahcubiyetle gözlerinden taşıyordu. “Sorun değil, canım kelimesinin patenti onda değil ya…”
“Ben yine de özür dilerim.”
“İçeri geç, dağınık ama biraz…”
“Yok sorun değil. Bu zamana kadar gelmemem hataydı. Aylardır…”
“Ben istemedim.”
“Yine de-“
“Pişmanlık duyulacak bir şey yok. İsteklerime saygı duydun. Bunun için küsecek darılacak değilim.” Dilini ısırdı. Yalan. Nerelerdeydin? Yine de kızamadı. Kendisi bile kendisine katlanamıyordu ki.
“Ben hızlıca makyaj yapacağım. Sen burada oturabilirsin istersen.”
Banyoya giderken arkadaşının sessiz adımlarını da arkasında hissetti.
“Seni izlesem?”
“Olur.”
“Anlatmak istediklerim var.”
Hiç şaşırmadım. “Anlat.”
“Hamileyim ben.”
“Ya?”
“Evet. Korktum yani, başlarda. Sonuçta çocuk gibi bir planım yoktu. Evli de değilim. Bir de erkek sonuçta yani, ya korkarsa ya kaçarsa diye çok korktum. Ya bizim gibi yalnız büyürse diye… Anladın mı?”
Kafasını salladı. “Bitti benim, çıkalım mı?”
Arkadaşı çıkışa doğru yürürken anlatmaya devam etti. “Randevu aldım, doktora gittim, o iğrenç masaya yattım. Ne yapıyorlar biliyor musun?” Gözlerinin içine bakıp cevap alabilmek için üsteledi. “Ne yapıyorlar biliyor musun?”
“Ne?”
“Sana bebeğin kalp sesini dinletiyorlar.”
“Berbatmış.” Kapıyı çekip arabaya doğru yürümeye başladılar. “Vazgeçtin yani?”
“Evet. Çok zor olsa da…” İçinde bir şeyler kırıldı ve o anda o nerelerdeydin sorusunun arkadaşının da aklından geçtiğini fark etti.
“Keşke yanında olabilseydim.”
“Yok. Sonuçta senin de kendi sıkıntıların vardı. Olabilsen olurdun, biliyorum yani.” Yalan. Nerelerdeydim? Arabaya bindiklerinde derin bir sessizlik vardı. Arkadaşı devam etti. “Atlatabildin mi?”
Omuz silkti. “Hiçbir zaman atlatabileceğimi sanmıyorum açıkçası. Daha bu sabah düşündüm. Senin evinde tanışmamızı, ilk öpüşmemizi… Neyse. O nasıl? Hala arkadaş mısınız?”
“İyi.” dedi sadece. Zaten restorana da gelmişlerdi. Masaya geçip oturdular, sessizlik ikisinin de boğazını tırmalıyordu.
Ağır havayı dağıtmak istedi. “Ee, teyze oluyorum yani? Kimin aklına gelirdi, dünyada çocuk istemem diyen sen…” Güldü, duraksadı. “Babası kim, yine senin rastgele takılmalarından mı?”
Arkadaşının yüzünde oluşan kırgın ifadeye anlam veremeyerek özür dilemeye girişti. “Yok, yani, pek ilişki insanı değilsindir genelde. Ondan… Yargıladığımdan falan değil…”
“Dur,” dedi. “gelecek zaten. Ama anla beni, olur mu?”
“Neyi ya?”
“Unutma, sen ve ben birlikte büyüdük. Ne olursa olsun, söz mü?”
Sonra kapıdan o çok tanıdık silüet içeri süzüldü. Önce arkadaşıyla göz göze geldiler. Bütün organları, dokuları, kasları birbirinden çözülmüş gibi takatinin kesildiğini hissetti. Sonra masaya yürüyen adamla göz göze geldiler. Bir an nefes alamadı. Zihni içinde yüzdüğü uyuşukluktan sıyrıldı, dünyasını çevreleyen o sis o blur anında yok oldu ve her şey berraklaştı. Her şey yerine oturdu.
Sonra o tok, güzel, onu hedef alan ses…
“Merhaba canım.”
Merhaba, canım.