Piramitler ve firavunlardan önce bir Mısır varmış, insanların tabletlere kazıdığı Mısır’mış bu. Kurtlar öğüt verir, kuşlar bilirmiş her şeyi. Gördükleri kudretmiş bunları edebileştirmek istemelerinin sebebi. Fakat insan bu, hayranlıkla kıskançlık kardeştir birbirine. Öyle bir türe şahit olmuşlar ki, hasetlerinden en büyük cezayı vermişler: unutulmak. Kimse bilmez onları, kimse duymamıştır. Bir sır ki kendi sırrı var. Bu türün ne kanatları varmış ne kudretli vücudunun üzerinde bir kurt kafası. Yansımanız neye benziyorsa aynen öyle gözükürlermiş işte. Onları insanlardan farklı kılan elbet bir gün çürüyecek olan vücutları değil, yaratılışlarıymış. Yaradan, bir havza olarak yaratmış onları ve hepsine nefesini üflerken bir de balık koymuş içine, tek bir tane. Bu yaratıkların her birinin balığı birbirinden farklı, özelmiş. Her özel anıyla büyük, küçük fark etmez bir balık eklenirmiş içlerine. Fakat bu canlılar narinmiş: fazla güneş kurutur, fazla yağmur taşırırmış. Ve vakit gelince Nil Nehri’ne dökülürmüş tüm canlar, hatıralar da onlarla birlikte tabii.
Bir rivayet varmış ki, ruhları ince bir iplikle bağlanmış canlar “o” anda, bilirsiniz işte, gözlerin birleştiği ve nefeslerin daraldığı o anda, birbirlerinin içini, derinin altındaki suyu ve balıkları görebilirmiş.
İki çocuk doğmuş o zamanların en bereketli yılında: biri ferah bir kış akşamında, biri kavuran bir yaz seherinde. Nil’in iki tarafında ilk kez ağlayan bu yenidoğanlara Kafele ve Anippe isimleri bahşedilmiş. Bahşedilen sadece isimleri değil, kaderleriymiş de aynı zamanda, böyle çizilmiş çizgileri.
Kafele mutlu bir çocukmuş, gülüşü ısıtırmış içleri. Bir balığa dönüştüğü çok olmuş birileri için. Dört yapraklı yoncalar hep onu bulur, uğur böcekleri hep onda dinlenirmiş. Büyüdükçe bakar olmuş yıldızlara, yıldızları onun gözünden izleyen ise bolmuş. Fakat o bilgelerin ardından ayrılmazmış, takmış ya bir kere yıldızlara! Vakti gelince başlamış çalışmaya seferilerle, Nil’in gördüğü en karmaşık düğümler onun tarafından atılırmış.
Anippe ölmesi gerekirken yaşamış doğarken, bilirmiş var Yaradan’a bir borcu. Parmaklarının ucunda bir farklılık var bilirmiş, eski ezgilerin içinde uyandırdığı his normal gelmezmiş ona. Fakat alışmış teni altına değince olana, güneş yüzüne çarptığında yaşananlara alışmış. Kimse bilmezmiş bunları, kimse görmez, duymazmış fakat oradalarmış işte: Anippe için oradalarmış. İnsanlar şifacı olarak bilirmiş onu, elleri kutsalmış.
Her sene bir şenlik olurmuş Anippe’nin şehrinde. Nil’e şükranlar sunulurmuş; düşmanlar barışır, dostlar hasret yükünü bir süreliğine olsa da bırakırmış. Tüm şehirlerin en güzel yemekleri orada yenir, en güzel ezgileri orada söylenirmiş. Kahinler Nil’in çocuklarının geleceğini bu şenlikte duyurur, Yaradan’ı memnun etmek adına hediyelerini sunarmış. Anippe genç yaşta bu şenliğin gözdesi oluvermiş, kutsanmış elleri yüzlercesini iyileştirmiş. Genç Kafele’nin yolu ise daha geç düşmüş bu şenliğe, seferilerin geçmesine yardım ederken. İlgisini çeken kurbağalar ve sineklerle geleceğini tahmin edecek olan kahinler değilmiş Kafele’nin. Bir zamanlar şenlikte en kudretli ezgileri söyleyen annesine bir hediye bulmak istemiş orada, bir anı ona kendini hatırlatacak.
Vardığında şenliğe ezgiler yakalamış onu, küçüklüğünden seslenmiş sanki ona. Yemeklerin tadını çıkarırken bir kahin tutmuş onu kolundan, anlamadığı dilde konuşmuş ona. Ellerini yukarı kaldırmış, bağırmış fakat nafile! Kafele anlamamış kahini, ki geleceği de yokmuş öğrenmek istediği, yaşayabilmek yetermiş ona. Arayışına devam etmiş annesine hediyesi için, şenlikteki tüm çadırları dolaşmaya başlamış. Bir çadır varmış ki önünde bir dizi kimse: farklı yerlerden ve farklı dönemlerden. Kafele ilgisini görmezden gelememiş, fakat bekleyemezmiş o kadar da, çadırın arkasından girmiş içeri. Adaçayı hakimmiş havaya, alevler meraklının düşkünlüğünü giderecek kadar aydınlatıyormuş çadırı. Öncesinde bir çift el fark etmiş, İnce kollara bağlı, ama bir o kadar da özgür; ahenkli bir şekilde hareket eden iki el.
Ellerin sahibi bizim Anippe’ymiş, sessizliği bozan da. ‘’Nedir kendini bu kadar üstün görmeni sağlayan? Dışarıdaki onca şifa bekleyen kimselerden seni farklı kılan ne?’’ Ne arkasını dönmüş, ne de elleri bırakmış onlara özel dansı.
Kafele uzaklaşmanın en mantıklısı olduğunu düşünse bile ayakları ihanet etmiş ona. ‘’Hepsinden daha da hastayım belki de, merakına yenik düşmüş bir savaşçıyım ben. Peki sen; alevlerle dans eden sen, kimsin de bu kadar kişi senden şifa bekler?’’
‘’Ve görüyorum ki bir kere daha merakın yendi seni. Söyle bana, öğrenmek istediğin adım mı, yoksa kaderim mi alevlerin dostu yapan beni?’’ Kafele cevap veremeden devam etmiş Anippe. ‘’Bana bahşedilen isim Anippe, ellerimle senin gibi yaralıları iyileştiririm, Nil beni kutsadıkça tabii.’’
Kafele ürkekçe yaklaşmış Anippe’ye, yüzünü görebilme umudu ile. ‘’Fakat yanıldın alevlerin sırdaşı, ne bir yaram var ne de bir şifacıya ihtiyacım!’’
Anippe göremeyeceği bir tebessüm hediye etti Kafele’ye. ‘’Seni aldanmış seni, bilmez misin ki yaralar her zaman gözükmez insan gözüne! Hangi dalgalar unutturdu sana içine dönmeyi? Ellerinin halinden belli, Nil yormuş seni.’’
‘’Fakat görmedin bile ellerimi!’’ Kafele sonunda görebilmiş Anippe’yi, gözleri kapalı duran bu şifacı ezelden tanıdık gelmiş ona. Ellerine döndüğünde gözleri, ne kadar yıpranmış olduklarını görmüş Kafele.
‘’Yeniden düştün demek bu tuzağa.’’
Kafele büyük bir ihtiyaç hissetmiş iyileşmek için, daha önce hiç aramadığı bir dermanın peşine düşmüş. ‘’Ne yapmam gerek Nil’in senin ellerin vasıtasıyla beni iyileştirmesi için?’’
Anippe ise kararlıymış bir o kadar. ‘’Onlarla bekle dalgaların yıprattığı, başka da bir şey istemem.’’
‘’Fakat yok vaktim o kadar, anladığın üzere sabrım da. Sunabileceğim başka bir şey yok mu sana?’’ Kafele biliyormuş elbet var deva derdine, belki alevlermiş onu kandıran, belki söndüremediği merakı.
‘’O vakit istediğim bir mucize senden, bizim gibilerin sadece en derin rüyalarında göreceği türden bir mucize. Fakat bunun için süren az, bunu bil.’’ Anippe gözlerini açmak istese de açmamış, mucizeden çok kaynağını önemsemek korkutmuş onu.
‘’Gözleri olmadan gören sen, Anippe, göremedin mi bu sefer? Mucizevi en ufak bir şey bile değilim ben, ne kadar yakışır senin gibisine benden bunu beklemek?’’ Kafele çok istemiş gözlerini açmasını Anippe’nin, fakat dediğine de bir o kadar inanırmış: yokmuş mucizeler. ‘’Sunabileceğim tek şey aklımdakiler sana, fakat şifacıların şifacısı Anippe ne kadar ister bunları? İşte ben de bunu merak ediyorum.’’
‘’Ne o, yoksa bana geleceğimin sırlarını mı açacaksın?’’ Anippe ilgisiz gözükmek istemişse de o da yenilmiş bir kere merakına, hançeri çıkarmak için çok geçmiş artık.
‘’Bu olmayacak amacım, fakat sen de güvenmelisin bana. Güneşe sahip olamadığın vakit görüşmelisin benimle, Nil’in kıyısında. İşte o zaman göreceğiz şifana layık mıyım.’’ Taşan Nil’e edilen dualar veyahut yakarışlar bile duyulamazmış bundan sonraki sessizlikte. Kafele sabrının son damlasını feda etmiş bu dilsiz sahneye.
Anippe’nin elleri durmuş, yavaşça inmiş evleri olan kucağına. ‘’Kabul ediyorum teklifini, fakat ilgimi çekmezse dediklerin, şifa bulamayacaksın benden. Artık ayrılmanın vakti.’’
Kafele hem mutlu, hem şaşkınmış. ‘’Bilmediğin bir ismim ve yüzüm var. Merak etmiyor musun bunları, nereden tanıyacaksın beni? Gözlerini hiç kullanmaz mısın?’’
‘’Sadece gerektiğinde, sadece istediğimde. Elveda.’’
Anippe itiraf edememiş kendine, fakat kalbi ilk defa atmış orada. Farklı bir duyguymuş hissettiği, hatta sanki tek değil de, birçok duygu aynı anda kıstırmış onu. Görmezden gelmiş, en kolayı budur ya: kaçmak. Biliyormuş, gidecek Nil’e, hem de en güçsüz zamanında.
Gece vakti Mısır bürününce karanlığa Nil’in çocukları varmış annelerinin koynuna. Kafele Anippe’yi otururken bulmuş, gözlerine serdiği etten örtüye güvenerek incelemiş onu. Biliyormuş ki tek bir kelime yetecek onun kim olduğunu bilmesine. Yavaşça yaklaşmış Anippe’ye, küçük bir ceylanı ürkütmekten korkarcasına. Oturmuş yanına, ne zormuş şimdi konuşmak! Kendi kelimeleri ihanet etmiş ona. ‘’Sen, deva getiren Anippe, şimdi buradasın. Devanla birlikte kendini de getirmişsin bu sefer.’’
Beklenilmeyen olmuş, Anippe bu sefer açmış gözlerini. ‘’Maskene bakmadan önce bilmeliyim, nedir sana bahşedilen? Yaradan nasıl seslendi sana?’’
‘’Kafele’dir adım, karşına maskemi atıp geldim.’’ Merak yenmiş korkuyu, ne hoyratça!
Kafele anlamış yaptığı hatayı Anippe ona döndüğünde; bakışları birleştiğinde fark etmişler ki kelimeler hiç edilmemeli, gözler hiç açılmamalıymış. Mısır karanlığın esaretinden mavi bir ışıkla kurtulmuş o an, görünür olmuş Nil’in en derini, Kafele ve Anippe’nin de. Saklanacak yer kalmamış; suların en mavisini ve balıkların en eşsizlerini birbirlerinde görmüşler.
Öyledir ya, birinin sevinci diğerinin korkusu olmuş. Kafele şaşkınlıktan kurtulunca kaçırmış gözlerini, hızlıca kalkmış ayağa. Mısır yeniden karanlığa gömülürken, eşlik eden Anippe’ymiş ona.
Ellerinin arasına başını almış Kafele. Merak korkuyu nasıl yendiyse, korku da onu öyle yenmiş. ‘’Düşündüm Anippe, seni ve Nil’i, taşkınlığınızla gelen bereketi düşündüm. Devasınız kuruyanlara, fakat insanın ilk önce kabul etmesi gerek taşkını, mucizenize tanıklık etmek için. Yaradanın verdiği ellere bakıp seni düşündüm, ihanet ettim beni kutsayana, onun bana bahşettiği gözlerle. Beni iyileştirmeni istedim senden, ödeyeceğim bedeli fark etmeden. Fakat sen gülümsedin ve savunmasızım yeniden, doğduğum güne geri döndüm! Nefes almam için gereken çığlığı arıyor, bulamıyorum Anippe. Belki de birkaç asır önceden tanıyorum seni; birkaç hayat önce bulmuşumdur, kim bilir? Yaptığın değil yapabileceklerin ürkütüyor beni. Bu yüzden izin veremem şifalı ellerinin bana dokunmasına, yaralarımı kapatmanı kabul edemem. Bir korkak diyebilirsin bana, belki de bir kaçak! Fakat sen Anippe, güneş gibi kutsadığın kadar kurutursun, nil gibi bereket sundukça alırsın da benden, ve şimdi yaradan gösterdi bize birbirimizin aslını. Oynadığı bir oyun belki de! Gördün işte, içimde hayatta kalmaya çalışan her bir cana şahitlik ettin. Ben, ben bakmadım Anippe. Hayır, tek bir renk cümbüşünün bile hatırıma girmesine izin vermedim. Var mı daha acısı, hayatı başkasının renkleriyle görmekten? Hele ki bir savaşın ortasında, bununla kör olmak, daha korkutucu ne olabilir? Kahroluyorum Anippe, fakat mecburum, senin ellerinden kendimi korumaya mecburum.’’
Yalvarmak işe yaramazmış, bilirmiş Anippe bundan daha iyisini. Yaradan ona kendi canını nasıl bahşettiyse bunu da alıyormuş işte. Kadere kendi sözünü geçirmeye çalışmak onun gibisinin şansına değilmiş. Dönerken çadırına geldiği yol daha uzun, daha çetrefilliymiş.
Anippe bu yükle çadırında uyandığında, Kafele kendi yükünü Nil’in karşı kıyısına taşımaktaymış. Düğümler elini bir ayrı acıtmış, Nil bir o kadar sert davranmış ona.
Devamını kimse bilmese de, bir efsane vardır dolaşan. Kafele açılmaya hazırlanırken Nil’e seferilerle karşı kıyıda yanan ateşleri görmüş bir gece. Uğradıkları limana sormadan edememiş, bu alevlerin sebebini. Yaşlı biri anlatmış ona olanı biteni. Şifacıların şifacısı içinmiş bu alevler, Güneş’e göçmüş olan içinmiş. Nil’in kıyısında bulmuşlar onu, güneşin altında o kadar kalmış ki kurumuş içindeki her bir su tanesi. Bilirsin demiş ihtiyar, bizim gibiler için ölümlerin en kötüsü, en bilinçlisidir bu. Fakat şükür demiş, şükür ki balıkları Anippe’nin bulmuş yolunu Nil’e. Annesi, çocuğunu kucaklamış yeniden.
Nil, o gece evladı için altın gibi parlamış.


