Özeleştirimiz

Özeleştirimiz

740 1109 Ece Küçükdeğirmenci

“Kafamdaki bir hançer misin yoksa?

Ateşli beynim mi yarattı seni?

Görüyorum işte yine, tutulacak gibisin

Şu kınından çıkardığım hançer gibi.”*

Ayaklarımı sımsıkı bastığım bu güzel, bu çılgın, bu kalabalık dünyaya müteşekkirim. Kırmızı güneşlerine, mor göklerine, gri düzlüklerine hayranım. Dolu dolu çarpıyor kalbim, düşüncelerim nabzımın hızına yetişemiyor. Hayatta olmanın doyumsuz heyecanı! Nasıl anlatılabilir? 

Bu berbat iğrenç dünya; sokaklarda yatan insanları, onları ezip geçişimizi, hırslarımıza kapılıp gidişimizi gördükçe midemizi bulandıran ikilemlerin, ikiyüzlülüklerin, ikiliklerin dünyası, Golgotha… Nasıl anlatılabilir?

Bu bir yaşam mücadelesi, kafamın içinde bir yerde. Uyumuyorum, dinlenmiyorum. Durmadan iki uçta kendimle mücadele. Ben, ben, ben! Ben çocukken bayılırdım Shakespeare’e! Kendim, benim, benliğim! Kendimi kaybederdim Macbeth’de! Durup durup dönüyorum aksime, “Kendinden başka bahsedilecek bir şey var mı sende?” Çığlıklar atıyorum: “Kendimi bilmemek daha iyi, yaptığımı bilmektense.”*

Anlayamıyorum.

Bu insanları, bu şehri, bu curcunayı çoğu zaman kendimden yaptığım pelerinlerimle yarıp geçiyorum, kimsen kimsin kokun üstüme sinsin istemiyorum. Ama bazen sadece karışıyorum, yok oluyorum. İşte o zaman gitmek, gitmek, terk etmek istiyorum. Çok kavgalı olduğum o kendim olamayacaksam da bu fanustan defolmak istiyorum. 

Kilometrelerce koşabilirim, gülebilirim saatlerce, günlerce eve girmeyebilirim, haftalarca ayık olmayabilirim. Ömürlerce oyalanabilirim ve kendimi sırt üstü bırakabilirim bu dibinde ne olduğu bilinmez okyanusun üstüne. Ama sana savaşçı olmayı öğretmişler değil mi; sen duramazsın, uyuyamazsın, soluksuz kalamazsın: dalmak zorundasın. Derine derine, en dibine, korkunç canavarın inine… Bakmak zorundasın düşmanının gözlerine, dokunmak zorundasın seni parçalamaya hazır dişlerine. Uyuyanlar ve ölüler birer resimdir sadece.* Sana savaşçı olmayı öğretmişler, çekip gidemezsin, pes edemezsin. Ne kadar sevsen de nefret edersin, nefret etsen de çekip gidemezsin, pes edemezsin. Ciğerlerini mi yakıyor şehrin seması, pek ala bir sigara içer kendine gelirsin; gözlerini mi parçalıyor şehrin aydınlığı, takarsın güneş gözlüklerini, saklarsın gözlerini ve kamufle edersin kendini. Onlara benzersin, onlar gibi konuşur, onlar gibi gezersin. Onlara benzersin, onlar gibi yer içer, onlar gibi gülersin. Tekrar tekrar tekrar… Üstelik bir de onları seversin. Onlar da seni sevsin. Gülün eğlenin. Bütün o zavallıları özgüveninizle, yeteneklerinizle, güzelliğinizle ezip geçin. Ne de olsa size ulaşabilecek elleri yok ucubelerin. 

Anlamıyorsunuz.

Biriniz yazıyor, biriniz çiziyor, biriniz söylüyor, biriniz çalıyorsunuz. Biriniz çalışıyor, biriniz partiliyor, biriniz sanat yapıyorsunuz. Ama aslında “biriniz” hepsini birden de yapıyorsunuz, değil mi? Sık sık tekrarlanıyor “ben”den sonra “biz.” Siz bunu seversiniz, siz hep şuraya gidersiniz, siz hep şunu yersiniz. Ben söyleyeyim siz nesiniz: Siz yalnızca bu çağa mal olmuş modern fahişelersiniz. Siz hem başarılı hem yeteneklisiniz; bütün parçalarınızı teşhir edip kendinizi dünyaya vermişsiniz. Nerede sizin mahremiyetiniz? Devam ediniz, bahar bahçelerinden geçip cehennem ateşlerine gideceksiniz.*

Dinlemiyorsunuz.

Dolu dolu benlik mücadelesiyle tüm hücreleriniz, bir müzeye evrilmiş tüm karakteriniz. Şuraya bir köşe yaptım, köşeye bomboş hissettiğim o günleri üst üste yığdım, yığıntıdan bir eser yarattım ve şimdi de tüm insanlarla paylaşmalıyım. Öyle mi? Yok mu sizin saklınız gizliniz? Ne boş, ne sıradan, ne hareketsiz…

Ama doğru ya, siz böylesiniz.

Kendinizi çok sevmenizden şikayet ettim, bir de kendinizden çok çok nefret edersiniz. Büyük övgü, işte, vaazınızsa da öz sevginiz; size ilham veren yegane hikayeniz: öz nefretiniz. Dedim size, ikilemlerin, ikiyüzlülüklerin, ikiliklerin dünyası. Ama ah bu bastıran yaşam heyecanı! 

Siz bunu da bilirsiniz: Stres, kaygı, baskı… Arkadaşı, çalışanı, aşkı… Bitmez bu dünyanın ıvır zıvırı. En nihayetinde bu bir yaşam savaşı; dişe diş, göze göz, cana can. Sen de canavarların ülkesinde olmak zorundasın zavallı bir cadı. Acı üstüne acı, kan üstüne kan, kayna kazanım kayna, yan ateşim yan…*

Neyse ne.

Bizi yargılayabilirsiniz, biz belki de hakikaten öyleyiz. Kendimizden çok bahsederiz, çok fotoğraf çekeriz, çok ağlar çok da güleriz, hem yazar hem çizeriz, üstüne üstlük yazıp çizdiğimizi de çalar söyleriz. Hep “ben” deriz; biz, biz, biz… Kimi gün kendimizi beğenmişiz, kibrimizden göklerdeyiz; kimi gün yemeyiz içmeyiz, neden korktuğumuzu bile bilmeden kuşkular içindeyiz.*

Bu sayfada bile bir üç kişiyiz. Üç kişi, üç cadı, bir cinayetin üç şahidiyiz. Dayandık kapıya: Macbeth, Lady, Haberciniz.

Biz de böyleyiz.

Biz de böyleyiz.

*Shakespeare, Macbeth