Pazartesi
Kalbim patlamaya hazır bomba, ellerim bir saniye bile nefes almak için durmadan sağa – sola – yukarı – aşağı hareket ediyor, ağzımı açarsam bütün organlarım kaçacak gibi, kafamın içi kaynayan bir kazan. Olduğum yerde hareketsizce durarak Dünya’nın tüm ağırlığını sırtlıyordum. Her şeyin kusursuz olması düşü, her şeye zarar vereceğim düşü, ırmağın akışına bir müdahale olduğuma olan inancım. Kendimi, kendime karşı bir tehdit olarak görüyordum. Geceleri tek başıma savaşıyordum, ne yapılabilir bilmiyor, sadece geçmesini bekliyordum. Ardından geceleri strese bağlı kusmalar, bayılmalar, titremeler ve en önemlisi kalp krizleri başladı. Bazı günler de erken uyandığım için şeker hastası olduğumu düşünüyordum.
Doktorun odasına annemle girdiğimizde doktorun annemin çıkmasını istediğini hatırlıyorum. 15 yaşındaydım. Kendi bedenimden dışarı taştığımı biliyordum. Verdiği ilaç beni kurtaracaktı. Beni mutlu yapacak, sorunlarımı çözecekti. Uyuyabildiğim, yeniden kendi bedenime sığabildiğim, bir nebze olsun diğer duyguları da yeniden hissedebildiğim dönem başlamış olacaktı. Öyle oldu da fakat bunun bir sonu vardı. İnanç sistemimi ilaç üzerine inşa etmiştim. Bu sistem yıkılmıştı. Bunun en temel sebebi eğer ilacı bir doktor verdiyse her şeyin düzeleceğini düşünmemdi. Verdiği ilaç kesin ama kesin çözüm olmalıydı! Olmadı… İlacın kesin çözüm olmadığı ortaya çıktığı gün, ilk gün kadar kötüydü. Yeni kurduğum, sıkı sıkıya bağlı olduğum bütün inanç sistemim çökmüştü! Doz artışları, yeni ilaçların eklenmesi, çıkarılması… Zaman geçtikçe asıl sorunlar gün yüzüne çıkıyordu. Bilinç ve farkındalık arttıkça var olan sorunlar ya çözülüyordu ya sorun olmadıklarını anlıyordum ya da yepyeni sorunlarım ortaya çıkıyordu. Bir döngü içinde sıkışmış gibiydim. Her şeyi yazıya döküyor, sonra bazılarını yırtıyordum. Bazı zamanlar yaptığımın hiçbir işe yaramadığını düşünüp kendimi umutsuz bir vaka olarak görüyordum.
18 yaşına geldikten sonra yeni bir teşhisle doktor karşısındaydım. Hayatın aniliği, ölüm kavramın anlaşılmazlığı- kabulleniş, gençliğin ciddileşen kısmına geçişin karşısında daha fazla dayanamamıştım. Kendimin bir kapatma tuşunu bulmuştum, her şeyle bağımı kesmiştim. Yatağım ve göz yaşlarım hariç her şey. Kimseyle konuşmuyor, zorunluluktan sadece okula gidip geliyor, uyuyor, yemek yemiyor, ağlıyordum. Ne kadar çok ilaç içersem o kadar hızlı iyileşirim düşüncesi zihnimde yer edinmişti. Normalde içmem gereken miligramın altı katına çıktığım günler olmuştu. Günlük doz sınırına gelecek kadar ilaç içmenin beni iyileştirebileceğini düşünürken aynı zamanda da hiçbir şey hissetmezsem iyileşme sürecimin hızlanacağını düşünüyordum. Hiçbir şey hissetmek istemiyordum. Ağır bir balon gibi etrafta süzülüyor, içimde olan her şeyi yerin altına sürüklüyordum. Böyle geçen dört buçuk ayın sonunda kapatma tuşumu bulduğum gibi hiç beklenmeyen bir anda açma tuşumu da bulmuştum. Uyuma ihtiyacım yoktu, ilaçları içmesem bile olurdu, her şeyi öğrenebilirdim, her şeyi satın alabilirdim, iş yapma kapasitem katbekat artmıştı, sosyal anksiyetemse yok olmuştu. Tüm ağırlığımdan kurtulduğum için göğe çıkmıştım, yer altı sığınakları terk edilmişti. Böyle geçen altı ayın sonunda kendimi yeniden aynı doktorun odasında bulmuştum. Yeni ilaçlar, aynı ilaçlar, veda edilen ilaçlar…
Aşırı üzgün olduğum fakat hayatıma devam etmem gerektiği günler antidepresanlara koşuyordum. Fiziksel olarak atak geldiğini hissettiğim zamanlardaysa sakinleştirici ilaçların yanında soluğu alıyordum. Kendime, kendi kendimi telkin etme fırsatını vermiyordum. Kendimi sonsuza kadar ilaç kullanmaya mahkum etmiştim.
İki zaman aralığında intiharın ne olduğunu öğrenmiştim, bu ağırlığı sırtlanmıştım. İntiharın sadece bir an içinde olabilitesi olan bir eylem olduğunu anlamıştım. Karar vermekten ötesiydi, gerçekleştirebilmekti. Hayır, kendim için değil.
Zamanla genişleyen bilinç, artan farkındalık derken her şeyin bir arada toplanmasıyla birlikte sorunlar gün yüzüne çıkmıştı. Bu yeni bir şeydi, ne yapabileceğimi bilmiyordum. Kime gitmeliydi, bunu geçirecek bir ilaç var mıydı? Hipnozdan söz ediliyordu, anılar silinebilir miydi? Bu aralıkta alkolle içli dışlı olmuş, ilacımın alkol olduğuna karar vermiştim. Gece gündüz fark etmeksizin sanki su içiyormuş gibi alkol içiyordum. Bu sayede hem uyuyabiliyordum, hem çok fazla sosyalleşmeme gerek kalmıyordu ayrıyeten de her şeyi bastırıyor oluşu benim için cennetlik bir çözümdü. Bu bastırılış ben farkında olmadan beni zamanlı bir bombaya dönüştürüyordu. Bombanın patlaması hayatımın yeni bir dönemine girişimdi. 20 yaşım bitmek üzereydi, doktorum, kendisinin bana yeterli olmadığını, daha iyi bir doktor bulmam, psikolog desteği almam gerektiğini söylemişti. Alkol konusunu kendi kendime halledebildim.
Yeni doktor-lar, birilerine yeniden yeniden anlatmanın çok zor geldiği şeyleri anlatıyordum. Etrafımda bir sürü kavram vardı, hepsine anlam yüklemeliydim, kendi yolumu bulmalıydım ama nasıldı? Psikologlar da değiştikçe değişiyor, hiçbirisinden istediğim verimi alamıyordum. Bir süre böyle geçtikten sonra aslında kendimi keşfedebileceğimin farkına varabildim, iplerin bende olduğunu fark edebildim. Ne koşa koşa gittiğim ilaçlar ne de alkol bir işe yarıyordu. İlaçlar şu anki doktorumun verdiği düzeyde yeterli, fazla içsem bir şey değişmeyecek, sadece kendimi gereksiz yere yormuş olacaktım. İyi bir psikoterapi desteği alıyorum. Kendimin farkındayım. Özbenliğime doğru bir yolculuktayım. Oraya vardığımda, masada kendime de bir sandalye ayırdığımı biliyorum. İntiharın gerçekliğini biliyor olmanın verdiği yükü artık hissetmiyorum. Dünya’yı olması gerektiği yere bıraktım. Kendi kendime yetebiliyor, her şeyin kusursuz olmasına gerek olmamasıyla yetiniyorum. Kendinizi hafife almayın dostlar, yapılacak çok şey var! Döngü elbet kırılır. İnadına yaşam manifestosu!
Uzay Emin Sunar

Eda Turhaner 2020
Bağımlılık Üzerine
Sabah uyandığımda başımın her iki yanına saplanan bıçaklar. Uzun süre susuz ya da nefessiz kalmışım gibi vücudum kendine ait olan şeyi benden geri istiyor. Yaşamak için sahip olduğum nedenleri saymadan kendimi güne başlamaya ikna edemiyorum. Neden uyanmam, yemek yemem, günlük işlerimi yapmam gerektiğine anlam veremiyorum. Uyumak çok daha iyi bir opsiyonmuş gibi geliyor. Uyumak; yapabileceğim her şeyden, geleceğim her pozisyondan, başarabileceğim her hedeften daha anlamlı hissettiriyor. Çok az şey hissediyorum, onlar da elimden kayıp gidiyor. Bütün sorunlarım beni hayatta tutunabileceğim başka bir şeye itiyor: yirmi miligramlık kimyasal mutluluk.
Bazen diğer insanlara özeniyorum. Beyinlerinin mekanizmaları benden farklı işleyen insanlara özeniyorum. Sürekli eksik hissetmek beni çok yoruyor. Güne başımın üstünde bulutlar ve cik cik öten kuşlarla uyanmak iyi olurdu, bir şeye ihtiyacım olmadan. İhtiyaç. Beni aciz doğduğum düşüncesine itiyor. Bazen ilaçlarımı almadığımda tavanı izler ve her şeyin ne kadar ilacı almama bağlı olduğunu düşünürüm. Zihnimin çeşmeleri gözlerimden akıp yorganıma yolunu bulur. Düşüncelerimin hepsi tek bir noktada sabitlenir. ‘’Bir dahaki hapımı ne zaman yutacağım ?’’ Bundan sonra geçen her dakikam o an gelsin diye geçirilen zamandır.
Herkes gibi benim de bırakma girişimlerim olmuştur. Daima olur. Kendinize hayatta bir amaç edinmeye, hobiler bulmaya, insanlar sevmeye odaklanıp bunları bulduğunuzda tek parçası eksik bir puzzle gibi tamamlanacağınızı sanırsınız. Ama her yeni şeyde içinizdeki boşluk daha da büyür. Bu boşluğu büyüten his, sizi büyüten mucizevi kurgulardır. Her defasında bir şeyler hissedemiyor olmak bir bataklık gibi sizi içine çeker. Ciğerlerinizdeki bütün havanın yerini acı alana kadar. O zaman eliniz kurtarıcınıza bir daha uzanır. Bu sefer ona her şeyden fazla ihtiyacınız vardır. Bir ya da iki tanesinden fazlasına.
Ben yaşamak olgusunun büyük bir hayranıyım. Sadece içimde beni bunu yapmaya itecek arzu ve hissiyattan yoksunum. İlacı bırakmak istediğimde bunu düşünüyorum. Bana neye mal olacağını ve yaşadıklarımın sonucuna değip değmeyeceğini. Elimden tutup beni içinde olduğum realiteden çekip çıkaran ve uyku uyanıklık arasındaki bilinçte sonunda bir şeyler hissetmeme yardımcı olan kimyasallardan vazgeçmenin iyi yanları da var. Birincisi, kendini yanlışlıkla da olsa öldürme riskini hatrı sayılır bir miktarda azaltır. İkincisi, uyuşuk beyniniz melankolik bir biçimde de olsa çalışmaya başlar ve bu bazen size sanatsal üretim gücü verir. Üçüncüsü, bir şeye bağımlı olmamak size gerçekten güçlü hissettirir. Tabi bu kısa bir süre sürer. Çünkü her bırakış, yoksunluk zamanlarından önceki fırtına öncesi sessizliktir. Bir hafta içinde kendinizi dizlerinizin üstünde var olma ihtimali olan tüm tanrılara dua ederken bulursunuz. Ve korkutucu potansiyelinizi görürsünüz. Birkaç hap yutabilmek için yaptığınız planlarda yalan söyleme kapasiteniz sizi hayrete düşürebilir. Korkmayın. Bu işin içinde hep birlikteyiz.
Yoksunluk zamanları çoğu antidepresanda ya da sakinleştiricide benzerdir. Sonuçta hepsi vücudunuzu yapay bir hormon döngüsüne sokarak çalışır. Siz denklemden bir şeyleri çıkardığınızda, mekanizmanın aynen yürümesini bekleyemezsiniz. Bunu yavaş yavaş yapmak işi kolaylaştırmak için bir yoldur. Ama bu kendinize ihanet etme ihtimalinizi arttırır. Elinizde olan bir sürü hapla bakışırken içinden bir iki tanesini yutmak zorundasınızdır. Her şeyin ne kadar daha iyi olabileceği aklınızı karıştırır. Anlık duygularına göre yaşayan birinin bu aşamada çakılmasından daha normal bir şey yoktur. Eğer bu aşamada çakılmadıysanız bir sonraki sizi yere sermek için bekliyordur. Yer ayağınızın altından kayar ve bunu hissedersiniz. ( Sonunda bir şey hissedersiniz, ne ironi ama.) Bir şey yerseniz mideniz bulanır. Eğer yemezseniz açlık hissi büyük bir acı verir. Çoğu zaman yemek için zaten haliniz de olmaz. Başınız korkunç derecede döner. Öyle ki bazen gerçekten fiziksel ortamdaki her şeyin altüst olduğunu düşünürsünüz. Günlerce uyuyamazsınız. Sizi göklere çıkaran o gücün, yokluğunda sizi olduğunuz yerden hızla düşürme yetisine de sahip olduğunu tecrübe edersiniz.
Eğer tüm bunlara rağmen her şeyden kurtulma gücüne sahip olursanız, bir süre loto size vurmuş gibi gelecektir.Sonunda bir şeyleri başardınız… Sonunda bir şeylerin karşısında durup zaferinizi elde ettiniz. Peki ne için? Muhtemelen hala geceler boyunca kıvranıp dünya üzerindeki yerini sorguluyorsunuz. Bu döngünün bir sonu yok. Bağımlı olmanın size verdiği düşünceler belki asla sizi terk etmeyecek. Belki de yapmanız gereken bununla yaşamaktır. Olduğunuz insanı kabul etmek ve sevdikleriniz için hayatta kalmayı denemek. Herkesin yaptığı gibi. Zor olmasa gerek.
Jale Gizem Ünlü

Eda Turhaner 2020