Senin Hissettirdiğin Gibi Hissetmek İstiyorum (dolunayın altında)

Senin Hissettirdiğin Gibi Hissetmek İstiyorum (dolunayın altında)

1138 1600 Uzay Emin Sunar

seni yıllarca sevdim. ve seni ve seni ve seni de sevdim. hepinizi farklı yıllarda, kendimden bir şeyler vererek; durmak, soluk almak nedir bilmeden sevdim. kendinizi sevmeyi bilmiyordunuz, aşık olmaktan korkuyordunuz, kim olduğunuza dair bir görü sahibi değildiniz. ben her şeye rağmen seni yıllarca sevdim ve seni ve seni ve seni de sevdim. var oluş amacım seni sevmekti; ben kendimi buna inandırmıştım. bir vazgeçme anından sonra kendimi zamanın akmadığı bir boyuta indirgeyip yeni bir sevgi için bekledim. biten sevgiler. geri dönen sevgiler. hâlâ birbirimizi seviyor gibi davrandığımız sevgiler. hâlâ birbirimizi ilk gün bulduğumuz gibi seviyor olduğumuzu düşündüğümüz sevgiler. “biz” kavramını bulduğumuz gün beraber doğurduğumuz o sevgi. artık gerçekleşmeyecek olan gelecek planlarımızın sevgisi. habersiz ayrılmamız. yeni bir hayatın giriş kapısının önü. ayrı yollara kıvrılan hayatların döngüsü, falan filan.

özür dilerim, sevginin kalıcılığına inanmıyorum. beni sevmemen ya da sevmekten vazgeçmen değil; senden vazgeçmek ve seni sevmiyor olmak, bunları düşlüyor olmak, bunların aklıma düşmesi beni çıldırtandı. böyle olmadı. beni tüketen her sevgi kalıcı olsaydı çoktan ölmüş olabilirdim ama kurtuldum. hayattayım.

ve şimdi de telefon aşkları üzerine birkaç düşünce 

yine kendi içimde bir aşkı doğurdum, büyüttüm, bana hiç beklemediğim kadar deneyim katmış oldu. karşımdaki kim olursa olsun, kişiye değil de aşka muhtaç gibiydim. tüm bunlar yaşanırken bu ilişkiyi herkesten saklıyordum, ortada hiçbir şey yokmuş gibi davranıyordum. konuşursam sanki her şey yok olacakmış gibiydi, konuşmadım; her şey yok oldu. garip bir dönemdi. çok karışık, hatta belki de alakasız fakat telefon aşkları bana biraz aşkı, aşık olma hayalini, “sevgiyi hissetmeyi”, doğurmak, onu büyütmek, tutunacak bir dal olarak yetiştirip onunla kendini avutmak gibi geliyor. kendi içinde bir aşk yaratmış olmak sana utandırıcı gelmesin; kendi kafamızın içinde yaşadığımız hâlde bu da bir deneyim, öze ilerleme yolunda kum tanesi kadar küçük gözüken ama en az bir göktaşı kadar devasa alan kaplayan bir adım. özellikle bu aşkın gerçekleştiğini, doğurduğunun ve gerçekliğinin uyuştuğunu düşün. kusursuz bir birleşim olmasa bile hiç farkında olmadığın bir davranış, bir söz seni mutlu edecek ya da sen kendini mutlu olduğuna inandıracaksın.

sevginin kalıcılığına inanmıyorken başkasını nasıl hayatımın içine dahil edebilir, onu bir parçam hâline getirebilirim?
sevginin kalıcılığına inanmıyorken nasıl bir yabancıyı kendi hayatımın içine dahil edebilirim?

kafeslere kapatılmış sevgiler
bir yere veyahut bir kişiye ait hissedebilmek
senden önce ve senden sonra olan sevgi
benden önce ve benden sonra olan sevgi
kişilerden çok hissiyata duyulan açlık
sevginin öldüğü günler ağlamıyorduk

seni sevdiğimi bilmiyor muydun?

senin için gerçekliği olmayan tek sevgi benimki miydi?

rüya durumu
biliyorum bu rüyadan uyandığım zaman her şey değişecek

şimdi ben ölünce tüm bu sevgi ve aşklar da benimle beraber mi ölecek? ölmüş ve onun ölümüyle tüm sevgisini hoyratça bir kutunun içine tıkıştırıp yakmışlar. geriye sonsuz sevgisinin ve ölü aşklarının gözyaşlarından ortaya çıkan haritalar kalmış, saklanan küllerini bulmak için.

geriye kalanlar

Yüzüne bakamam. Tüm sevgimi sana verecek olmaktan korkuyorum, kimseye hiçbir şey anlatmasam bile her şeyin yok olacak olmasından korkuyorum. Bu yüzden gözlerimi senden kaçırıyorum. Şimdi beraberiz, ben sırra kalem basar gibi kaybolmak istediğim zaman ne olacak? Sana bu şehirden ne kadar çok gitmek istediğimi anlatıyorum. Bu gerçekleştiği zaman büyük ihtimalle herkes gibi sen de beni merak etmeyeceksindir. Yeniden keşfettiğim sevgi tanımı ve kendime olan sevgimle beraber işlerin nasıl ilerleyeceğini görmeyi çok istiyorum. Beraber katettiğimiz yolda geçen kısacık zamanın sonsuzluğunu, içerdiği duyguları algılayabilmek için bir ömür yeterli olacaktır. Her sevginin başlangıcı ve süreci, o sevginin bitişinin getireceği boşluk ve yalnızlık ile dolu olduğu fikrine artık inanmıyorum. Bu inançsızlıkla beraber gelen yeni sevgi kavramı, bu kavramın etrafında hayat bulan ilk sevgi. Sevginin kalıcı olmadığını biliyorum, yaşadığımız bu sonsuzluk anlarının tadını çıkartmaya odaklanıyorum. Bu arada sana bir çalma listesi yaptım, yanında bulunsun, başka yollarda yalnız hissettiğin anlarda dinlersin.

Kimseye haber vermeden Heybeliada’ya gitmeye karar verdim. Bu kararı seni beklerken düşündüm. Şu an ada vapurundayım, en son izlediğim filmden bana kalan anıları kuşandım. İsli bulutlar beni ve güneşi şehir hayatından gizliyor. Gidecek hiçbir yerim olmadığı hissiyle boğuştuğum için adaya gidiyorum, belki içim açılır. Biraz deniz görmek, hava alabilmek iyi gelir diye düşünüyorum. Nihayetinde orada tüm tanıdık ve tanınmış gözlerden, tanıdık yerlerden uzak şekilde kendi kendime içsel bir yürüyüş yapar, senin ve benim ağırlığımı tartarım. Neşeli bir kahkaha atacağım. Sana ulaşana kadar bu sevgiyi karton kutulara doldurup saklayacağım. Güneş, isli bulutların arasından sızarken vapurdan iniyorum. Sırra kalem basmak istercesine kimseye bir şey söylemeden buraya geldim. Bir otele yerleştim. Yol boyu ağladım, içim açılır sanarak. Seni düşünmek, bu yazıyı yazmak, aniden ortaya çıkan bu yeni kişiliğimi benimsemek, göksel bir şeyin parçası olabilmeyi düşlemek, tutulması gereken yasları yaşamak ve önceden değerlendirilmiş kararları ters düz etmek için sırt üstü kendimi yatağa bıraktım. Odanın yüksek tavanında kendimle göz göze geldim. Neden? Bu hayat boyunca niyesini sorguladığım, akışa müdahale olduğunu düşündüğüm her anın ne kadar da önemsiz olduğunu fark ediyorum. Kendime olan sevgimi kaybetmiş olmamdan başka bir sebep yok. Seni de sevdiğim erkekler kutusunun içine yerleştirdim. Bu kutuyu yanıma aldığımın farkında bile değildim. Gözlerimi kapattım. Odaya dolan rüzgarlara sarıldım. Gözlerimi yeniden açtığım zaman iki gün kadar geçmişti, kendimi kendi yatağımda yatarken buldum. Yataktan kalkıp ayaklarımı mutfağa doğru sürdüm.  Bu evin içinde karşılaşan iki yabancı olduğumuzu düşünüyorum. Belki birkaç saniye olsun birbirimizin gözünün içine bakar ya da daha da çılgınca bir kararla ayak üstü konuşabilirdik. Bu sırça evin içinde hapis hâldeydim. Tanımadığım, ölmüş bir kadından bana kalan porselen takımındaki kırmadığım son çay fincanını ve tabağını çıkarttım. Her kaybolan sevgime karşılık bu takımdan bir fincan kırdım. Kendimi bulmam için son fincan sağ kalana kadar devam etmem gerekmiyordu. Fincanı yanağıma dayadım. Göz yaşlarım fincandan taşıncaya kadar öylece durdum ağladım. Fincanı tezgâha geri bırakıp cama yöneldim. Gözlerimdeki yaşlar ne zaman duracaktı? Daha kaç fincanı dolduracak kadar ağlayabilirdim? En sonunda bu yaşların Pasifik Okyanusu’nu yeniden doldurmaya yetecek kadar olduğu kararını verdim. Fincandaki göz yaşlarımı içtim. Sevdiğim erkekler kutusunun artık olmadığını gördüm. Fincanı duvara fırlatıp kırdım. Ses tellerim kopana kadar bağırdım, ardından sevgimi sakladığım eski karton kutuları açtım. Kutuyu açınca sevginin binlerce parçaya bölünmüş olduğunu gördüm. Tüm geçmiş zaman ve gelecek zaman sevgileri, sevgilileri birbirine karışmış. Senin sevgin ve sana olan sevgim kutunun bir köşesinde öylece duruyor, kurtarılmayı bekliyor. Bu kurtarıcı hangimiz olabiliriz? Kurtarılmayı bekleyen fakat kimseyi istemeyen sen mi, yoksa kendisi için kurtarıcı olarak sadece seni gören, seni bekleyen ben mi? Hayır, artık böyle olmamalı! Yaşamın sensiz de devam edebildiği gerçeğini akşam yemeği olarak yedim. O eski kutuyu ihtiyacı olan herkes yeter miktarda alsın diye kapının önüne bırakıp eşyalarımı topladım. Telefonumu bırakıp o sırça fanustan yeni hayatıma gitmek için parçalandım.

olmayan kişilerle, hiç olmamış ilişkileri yaratmak, o ilişkiye tutunmak ama açlık hissinin geçmemesi. modern şekilde inşa edilmiş bir üzüntü makinesi.

nereye verileceği, ne yapılacağı bilinmeyen bu sahipsiz sevgi yığınının içinde; sevgiye olan açlığının zehri sayesinde gerçekten birbirimizi sonsuza kadar sevebileceğimize olan yalan inancımızla beraber, sevginin içinde tükenene kadar yıkanmak. bütün bu sevgiyi ters düz etmek. sevgiyi, saldırganlığımızın bir bahanesi olarak sunmak. sevginin sarhoşluğu ile sonsuz güven yargılarının başlaması. insan değiştirmek. ani terk edilmenin yarattığı septik şok. yeni kaynak arayışı. göğüs kafesinin atomlarına ayrıldığını hissetmek. parçalanmaya başlayan kemiklerin rastgele ciğerlerine saplanması. göynünün derini yakması. kendi içinden fırlayıp yeni bir hayata doğru kaçarken tüm aşklar yanık bir film şeridi gibi gözümün önünden geçip bensiz kendi yollarına gidiyorlar. 

bu sonsuz sevgi avı döngüsünde seni, ve seni, ve seni, ve seni de geride bırakıyorum. sevgi kavramıma yeniden can veriyor, gözlerime inen son perdeyi de kaldırıp geride kalan herkesi selamlarken, kendimi, kendi geleceğimi, kendime vermem gereken asıl sevgiyi kucaklıyorum.

dolunayın altında

Bütün hayatım boyunca senin hissettirdiğin gibi hissettiren birini bekliyordum?

sevgine ve ellerine ihtiyacım var sanıyordum
duraksamaksızın seni düşünüyordum
kanıksanmış sevgini düşünüyordum
senden kaçamıyordum
sevginden kaçamıyordum
bunların suçlusu kimdi? ben miydim? kimi suçlayabilirdim?
adını duymak bile bana acı veriyordu.

benim için sonsuzluğun ötesinde kelimelerle ifade edilemeyecek başka bir şeyden fazlası değildin

sana ulaşmak istedim
ardından sana hiçbir şey söylememeye karar verdim

bu 45’liğin diğer tarafında buluşacağız
gençliğimin lanetli sevgisinin göz yaşları üzerimize yağmur olarak yağarken

seni sevdim.
birini sevmek gerçekten de o kişinin içini dışını bilmek miydi? hayal kırıklığını öğrenmek.
bir süre sonra sağ kalması için sadece savaşmam gereken sevgiler
seni sevdim fakat ben artık o kişi değilim.
seni sevdim.
saatlerce, günlerce, aylarca, hatta ve hatta yıllarca
hiçbir zaman durmadan
seni sevmenin acısını ve bedelini ödeyerek


kendimi ikinci plana atarak 

durmaksızın seni sevdim.

gecenin en karanlık saati olduğunda
ay ışığının altında
yeniden doğmak ve kendi sevgimi kucaklamak üzere
tüm sevgilerimi geride bırakıyorum. 

Uzay Emin Sunar

Faruk Öztürk
Leave a Reply